|
Nimet Nevzad Hanımefendi |
Osmanlı İmparatorluğu’nun son
padişahı Vahdettin’in beşinci ve son eşi Nimet Nevzad Hanımefendi…
1 Kasım 1921 yılında ülke işgal
altındayken kendinden 42 yaş küçük biriyle evlenen Vahdettin, düğün tarihinden
tam bir sene sonra 1 Kasım 1922 yılında saltanatın kaldırılmasıyla tahtından
indirilmiştir.
Nevzad hanım Zonguldaklı bir
bahçıvanın kızıdır. Babasının ölümünden sonra 1913 yılında Sultan Reşat’ın
sarayına alınmış, Reşat Han’ın ölümünden sonra Sultan Vahdettin’in sarayına
nakledilmiştir. Son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin'in son evlendiği
kadındır. Saray geleneğinde, padişah tahttan indikten sonra harem içerisinde
bulunan kadınlar ya evlendirilir ya da tekrar ailelerine gönderilirdi.
Vahdettin'in kendi haremi olmadığı için kendisinden bir önceki padişah Mehmet
Reşat'ın haremindeki 36 adet hatun içinden 12 adet hatun seçildi. Nevzad hanım,
bu kadınlardan bir tanesi idi.
|
Nimet Nevzad hanımefendi camda |
Vahdettin, Nevzad hanımdan önce
1918 yılında 57 yaşındayken Nevvare hanımla evlendiğinde, Nevvare hanım 17
yaşındaydı. 1 Kasım 1921 yılında 61 yaşındayken Nevzad hanımla evlendiğinde,
Nevzad hanım 19 yaşındaydı.
|
Sultan Vahdettinin dödüncü eşi Nevvare Hanımefendi |
Vahdettin ile Nevzad hanım
evlendiğinde, Vahdettin'in kızlarından olan Ulviye Sultan 29, Sabiha Sultan 27
yaşında idi.
Nevzad Hanım pek güzel olduğundan
kısa bir müddet sonra padişahın gözüne çarpmış ve çok geçmeden de zevcesi olmuştur.
İstanbul İşgal Altındayken
Yapılan Muhteşem Düğün
Düğün merasimleri başlamadan
evvel Padişah, kızın ailesini saraya davet etmişti. Nevzad Hanım’ın babası
Şaban Bey yaşamadığı için validesi
Hatice Hanım, biraderi Salih Bey, zaten sarayda bulunan kız kardeşi
nesrin Hanım ve birkaç yakın akrabaları Yıldız Sarayı’na teşrif etmişlerdi.
Hatice Hanım iltifatlarla, Nevzad Hanım’a yeni tahsis edilmiş olan ve saray
parkında bulunan hususi köşkte ağırlanmıştı. O gün yemekler verilmiş ve akşama
doğru kına gecesi yapılmıştı. Ertesi gün sabah erkenden, Zat-ı Şahane’nin diğer
haremlerinin nedimelerinden birer kişi, yeni hükümdar haremi olacak hanıma
şahitlik yapmak üzere çağrılmışlardı. Zira Kadınefendiler, nedimelerin vekâletleri
vasıtasıyla yeni ortaklarını kabul ederlerdi.
Nevzad Hanım, uzun beyaz ipekten
muhteşem bir gelinlik giymişti, başına pırlanta taşlı bir taç, boynuna da yine
pırlantalı bir kolye takmıştı. Bir müddet sonra baş hazinedar usta (kıdemli
cariye) ve maiyeti köşke teşrif ettiler. Hazinedarlardan sonra Zat-ı Şahane’nin
baş imamı ve onu müteakiben Padişah ve iki harem ağası köşke vasıl olduğunda
merasim başladı.
Zat-ı Şahane salona girer girmez
bütün hanımlar ayağa kalktılar ve merasim nihayetine kadar kimse oturmadı.
Nikâh kıyılmadan evvel ağalar şahit olduklarına dair yemin ettiler; nedimeler
de efendilerine vekâleten yeni hanımefendiyi kabul etiklerine dair yemin
ettiler. Sonra nikâh kıyıldı. Başhazinedar usta gümüş mahfaza içindeki gümüş
mührü yeni hanımefendinin eline koydu.
Bu mührün üzerinde “İsmetlü II. İkbal Nevzad Hanımefendi
Hazretleri” yazmaktaydı. Düğünden üç gün sonra Zat-ı Şahane, Nevzad
Hanım’a birinci rütbe şefkat nişanını ihsan etmiştir.
Vahdettin’in 1922’de ülkeyi terk
etmek zorunda kalması ile İstanbul’da kalan Nevzad Hanım, Vahdettin’in
kendisini birçok mektupla yanına çağırması sonrasında Sanremo’ya gitmiştir.
Vahdettin böylece ömrünün son iki yılını en sevdiği eşiyle geçirmiştir. Kendisinin
Sultan Vahdettin’den çocuğu olmadığı için unvanı İkbal olarak kalmış; 16 Mayıs
1926’da Vahdettin’in vefatı sonrası Türkiye’ye dönmüştür.
Nevzad Hanım, 1928 yılında bir
vapur kaptanı olan Ziya Seferoğlu ile evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olunca Nimet Seferoğlu adını almıştır. 1950’de Kahireye
gittiği ve 5 defa hacca gititği söylenir. Nimet Nevzad Hanım, 1992’de 90
yaşında İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.
Nevzad Hanımın hatıratından
Vahdettin’in ölümü;
“Penceremden bakıyorum: mavi deniz, palmiyeler, bahçeler, birbirinden
güzel köşkler, ufukta kotralar… Sanremo’nun bu manzarası cenneti andırıyor.
Fakat ben kendim cennette değilim. Bu manzarayı cehennemin bir köşesinden
görüyorum. Kendime mahsus bir cehennem. Bulunduğum katın bir odasında bir tabut
var. Günlerden beri burada duruyor. Bu tabutta Osmanlı Hanedanının son
hükümdarı Sultan Altıncı Mehmed Han yatıyor. Mehmed Vahideddin benim
kocam…Talihin hayat yoldaşı diye karşıma çıkardığı insan.
Ölümüne acıyor muyum? Bilmem… Ortada birden bire kırılmış itiyatların boşluğu
var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum… Fakat bu ölüye karşı bendeki asıl kuvvetli
his, acımaktan ziyade gıpta etmek.
Ne mutlu ona, diyorum, ölüm gibi bir nimete kavuştu. Bazen içimden
geliyor: Talihe yardım etsem, bu nimeti kendi elimle arasam…
Ben dindar bir kadınım. Bütün benliğim böyle bir duyguya karşı isyan
ediyor. Bu vücut bana emanet bir şey. El kaldırmaya ne hakkım var…
Tüylerim ürpererek düşünüyorum, iki saat sonra gece olacak. Her tarafı
karanlık basacak. Faturalar ödenmediği için elektrik, su ve hava gazı yok hepsi
kesik. Bütün bir gece karanlık geçecek.
Günden güne etrafa bir kat daha
yayılan ölüm kokusunu daha korkunç bir suretle duyacağım.
Bu musibet yerine baskın yapmış gibi, gece her tarafta koca fareler
dolaşıyor. Etrafımdaki hava adeta şekil şekil hayaletlerle dolu. Uyku ile
uyanıklık arasında saatler geçiriyorum. Hayâl ile hakikati birbirinden ayırmak
için yatağımdan fırlıyorum. “Ben var mıyım, yaşıyor muyum? diye her tarafımı
yokluyorum.”
Belki de korkunç bir rüyadır.
Belki bir gün uyanacağım.
Oh çok şükür, hepsi rüya imiş,
diyeceğim…”
|
Namazı kılınmak üzere Cami içine sokulan Sultan’ın tabutu |
Nevzat Vahideddin, Yıldız’dan
Sanremo’ya, Sf; 9, Arma Yay.1., İstanbul, 1999.